Etiketler

Felsefe (3) Sanat (3) Edebiyat (2) Mitoloji (2) Tarih (1)

Mitoloji Okumaları 1[Aietes]

Tanım sürecinde yararlanılacak helen mitlerine ait, alt anlamların yer alacağı okuma yansıyanlarıdır.

Aietes: Güneş tanrı Helios ile Okeanos kızı Perseis' in oğlu. Önce Korinthos tah­tına çıkar, sonra Karadeniz'in güneydogu kıyılannda, Kafkas dağının eteklerinde bulunan Kolkhis (bugünkü Gürcistan) ülkesine kral olur. Büyücü Kirke' nin ve Minos' un karısı Pasiphae' nin kardeşi ve Medeia ile Apsyrtos' un babasıdır. Kız kardeşi Helle ile Asya' ya kaçan Phriksos Kolkhis' e sığınmış ve üstünde uçtuğu ka­natlı koçu Zeus' a kurban ettikten sonra, altın postunu Aietes' e armağan etmiş. Kral da onu tanrı Ares' e adanmış ormandaki bir meşe ağacına asmış ve bekçi olarak önüne korkunç bir ejder dikmiş, lason Argonaut' larla birlikte altın postu almaya gelince, Aietes ona birçok sınamaları başarırsa postu vereceğini söyle­miş. Medeia' nın yardımıyla altın postu çalıp kaçan Argonaut' ların peşine takılmışsa da oğlu Apsyrtos' un, Medeia' nın kesip denize serptiği parçalarını toplamakla vakit geçirmiş ve umutsuzluğa kapılarak Kolkhis' e dönmüş.

Orada da tahtından olmuş, yıllar sonra yurdu­na dönen kızı Medeia' nın yardımıyla tacını yeni baştan elde edebilmiş Argonaut' lar.

Abstre Ekspresyonizm

Ekspresyonizmin uzantisi olarak 1940 yillarin sonunda dogan bu akim 1950 yillari icinde gelismis olup, 1960 ve 1970 yillarinda etkisini yogun bir bicimde gostermistir. Dogmatik olmaktan cok arastirmaci bir tutum sergileyan bu hareketin metafizik sanrilara duydugu alaka belirgindir. Bilinç ve bilinçsizlik arasindaki karşitliğa önem vererek derin seviyelere inmeyi hedeflemislerdir. Zitliklarin butunlugu icinde otomatik yaratima onem vermesi surrealist akimlardan aldigi etkilerle baglantilidir. Bu akim icindeki sanatcilarin ilgi odagi junf felsefesidir. Arketipler ve bunlarin uretilmesi onem tasir. Soyut bir uretimin egemen oldugu bu akimda dogaclamaya onem veren sanatcilar ic birikimin tumuyle disa vurumuna agirlik vermislerdir. Derinligi olmayan yeni mekanlarda kurulan sanat eserleri seyirci icin ima edilen bir ozumseme ortami yaratmayi hedefleyerek bosluk icinde sartlanmisliktan onu kurtarmayi hedeflemektedirler..

Jean Dubuffet(1901-1985)
Francis Bacon(1909-1992)
Arshile Gorky(1905-1948)
Willem De Kooning(1904-)
Franz Kline(1910-1962)
Philip Guston(1913-1980)


Kaynak: Franz Kline, Henry H II tablosu - 1959-60

Dönen dönsün ben dönmem yolumdan...

Seyyah olup şu alemi gezerim
Bir dost bulamadım gün akşam oldu
Kendi efkarımca okur yazarım
Bir dost bulamadım gün akşam oldu

İki elim kalkmaz oldu dizimden
Bilmem amelimen bilmem özümden
Akıttım kanlı yaş iki gözümden
Bir dost bulamadım gün akşam oldu

Yanlışlıklar Komedyası




Yanlışlıklar Komedyası, Shakespeare’in ilk oyunlarından biri ve aynı zamanda en kısa oyunu. İlk defa 1594 yılında yeni yıl (Noel) şenlikleri sırasında sahneye konduğu sanılıyor. İlk basımı da Shakespeare’in ölümünden sonra, 1623 yılında “First Folio”da yapılmış.

Shakespeare’in bu oyun için yararlandığıa kaynaklar arasında Plautus’un Menaechmi ve Amphitruo oyunları ile "Apollonius of Tyre" adlı Orta Çağ’da çok sevilen romantik bir masal yer alıyor. Shakespeare, kargaşaya yol açan ikizler konusunu Menaechmi "Menaechmus Kardeşler," Türkçe çevirisi İkizler)den, uzun yıllar ayrı kaldıkları halde birbirlerini hâlâ seven eşler konusunu ise "Apollonius of Tyre"dan almış. Oyunun kısa bir özeti, okurun oldukça karmaşık yapıdaki genel çatıyı aklında tutmasına yardımcı olabilir.

Olaylar, eski çağlarda cinlerin, perilerin, büyücülerin anayurdu olarak bilinen Efes’te geçer. Çılgın ve şaşkın insanlarla dolu büyülü bir âlem atmosferinin egemen olduğu oyunda insanların bir bölümü daha önce hiç görmedikleri ikiz kardeşlerine, bir bölümü, artık bulmaktan ümit kestikleri eşlerine kavuşur, çoğu ise aynı zamanda kendi benliklerinin de varlığını bilmedikleri yönlerinin ortaya çıktığını görür.

Oyunun ilk sahnesinde Siraküza’lı tüccar Egeon, Efes Dükü Solinus’la konuşmakkadır. Egeon, elinde olmadan, Siraküza’ya düşman olan Efes’e gelmek zorunda kalmıştır. Oysa, Efes’te görülen bir Siraküza’lı, bin marklık kefalet bedelini ödeyememesi halinde idam edilecektir.

Egeon’un bu parayı bulma imkânı yoktur. Efes’e geliş nedenini ise Efes Dükü’ne şöyle açıklar: Çok önce, bir iş için ailesiyle birlikte gittiği Epidamnum’da, karısı Emilia "birbirine tıpatıp benzeyen" ikiz oğlan çocuğu doğurmuştur. Egeon ve ailesinin kaldığı handa, aynı saatte bir köylü kadının da yine ikiz oğulları olmuştur. Egeon da, büyüdükleri zaman oğullarına köle olarak hizmet etsinler diye bu çocukları satın almıştır. Ancak, memlekete dönerken bindikleri gemi kazaya uğramış, Egeon’un karısı Emilia’yla birlikte, oğullarından ve köle çocuklardan biri kaza sırasında kaybolmuştur. Kendilerinden de bir daha haber alınamamıştır. Kazadan kurtulan ikizler on sekiz yaşına basınca Siraküza’dan ayrılıp kardeşlerini aramaya gitmişlerdir. Onlar da geri dönmeyince, Egeon tek başına yola çıkmış ve beş yıl dolaştıktan sonra kendini Efes’te bulmuştur. Şimdi Egeon, o günün akşamına kadar gerekli kefalet bedelini bulamazsa idam edilecektir.

Bu arada, kardeşlerini aramaya çıkan Siraküza’lı Antipholus’la kölesi Siraküza’lı Dromio, Egeon’la aynı zamanda Efes’e çıkmışlardır. Ama Egeon’la bu iki gencin, birbirlerinin Efes’te olduğundan haberleri yoktur.

Daha önce deniz kazasında kaybolan öteki ikizler onların da adı Antipholus’la Dromio’dur de Efes’e yerleşmişlerdir. Ancak, kardeşlerinin varlığından kendilerinin de yakınlarının da haberi yoktur. Bu nedenle, kendileri dahil herkes ikizleri birbirine karıştırmaya başlar ve bu durum büyük yanlış anlama ve yanılgılara, müthiş bir kargaşaya yol açar.

Oyunun sonunda konu hâkim önüne gelir. Ancak, olaylara karışmış olan herkes bir araya toplanınca, iş sarpa sarıp çok geç olmadan kimin kim olduğu anlaşılır. Kocasını yitirdikten sonra Efes’te bir manastıra başrahibe olduğu ortaya çıkan Emilia da düğümün çözülmesine yardımcı olur ve kardeşler kardeşlere, eşler de birbirlerine ve çocuklarına kavuşur.

Oyun, özetten de bir ölçüde anlaşılacağı gibi, akıl ve mantık sınırlarını oldukça zorluyor. Ama bu, "komedi"nin, hatta çoğu zaman yanlış yönlendirilmiş kıyaslamalarla yaşamla karıştırılan "tiyatro"nun temel özelliklerinden biri. Tiyatro yaşamdan esinleniyor, yaşayanlarca yaratılıyor, ama yaşamdan farklı; her tiyatro oyunu bir anlamda salt yaşananı algılamaya şartlanmış olan akıl ve mantığı zorluyor. Shakespeare’in "acemilik" dönemi oyunlarından sayılabilecek olan Yanlışlıklar Komedyası’nda yer yer abartılı ölçüde görülen bu öğe, oyunu günümüz tiyatro sahnesine aktarmak isteyen bir yorumcu için oldukça zengin bir "absürd" potansiyele sahip.

Yine, Siraküza’lı bekâr ikizlerin, yanlışlıkla Efes’li evli ikizlerin eşleriyle "eğlenmek" durumunda kalmaları da, günümüz sahnesi için ilginç olabilecek komedi ve/veya "farce" malzemesi oluşturabilir.

Yanlışlıklar "Yanılgılar" Komedyası’nda, Shakespeare’in dili kullanmadaki ustalığının, dil ve anlamla oynama merakının, üstün yaratıcılık yeteneğinin ilk ve ilginç örnekleri sık sık görülüyor. Yine bu oyunda yazar, tiyatronun en önemli öğelerinden biri olan kişiler arası etkileşim ve tepkileşim konusunu, değişik görünüm ve sonuçlarıyla işliyor. Kişiler arası etkileşim sürecinde, bireylerin gerçek ve içtenlikli duygu yoğunluğunun zaman zaman fazlaca ağırlık kazanması, gerilim dozunun sık sık artması, en azından metinde, oyunun komediden veya "farce"dan drama kayması bile yol açabiliyor. Ancak, metnin sahneye aktarılışında ve oyunun bir bütün olarak yorumlanışında komedi veya "farce" unsurunun değişik yönleriyle ön plana çıkması mümkün.

Metinde, ikizlerin bulunduğu sahnelerde kimin kim olduğunu çıkarmak, dolayısıyla olaylar dizisini takip edebilmek oldukça zor. Ama sahnede, yönetmenin kullandığı yönteme ve seyirciye verdiği ipuçlarına bağlı olarak bu iş biraz daha kolaylaşabiliyor. Yine de, oyun başladıktan bir süre sonra Efes’li Antipholus’la Siraküza’lı Antipholus’u; Efes’li Dromio ile Siraküza’lı Dromio’yu birbirinden ayırmak oldukça güçleşiyor. Ancak, oyundaki komedi unsurunun amaçlanan yönde ortaya çıkabilmesi için, oyundaki kişiler kadar olmasa bile, seyircinin de biraz kafasının karışması gerekiyor.

Bu oyunda Shakespeare hem komedi hem de onunla bağdaşmaz gibi görünen gerilim öğesini çok basit, nerdeyse basmakalıp denebilecek bir temele oturtmuş: Efes’li Antipholus’la Siraküza’lı Antipholus ve bunların uşakları Efes’li Dromio ile Siraküza’lı Dromio ikizlerinin tıpatıp benzerliği ve bu benzerlikten doğan kargaşanın temeline.

Komedinin de tragedyanın da özünde aykırılık, bağdaşmazlık, uyuşmazlık, gerilim yaratıyor. Karşıt anlamlı gibi görünen "komik" ve "trajik" kavramlarını birbirinden ayıran bir durumun, şeyin olgunun komik ya da trajik veya acıklı diye nitelendirilmesine yol açan ise zaman ve mekân, bağlam, ortam, bakış açısı, neden-sonuç ilişkisi gibi unsurlar.

İki insanın birbirine tıpatıp benzemesi aykırı, "norm dışı" bir durum; insanoğlunun görmeye alıştığı, kanıksadığı, "normal" kabul ettiği bir olgu değil. İki maymunun ya da böceğin birbirine benzemesini yardırgamıyoruz, ama iki insanın tıpatıp benzeşmesi, maymunun insana benzemesini, ortam ve bağlamın uygun olması şartıyla, komik buluyoruz. Ama, her aykırı durumda olduğu gibi bu tür benzerliklerde de her an karışıklığa ve olumsuz gelişmelere yol açabilme potansiyeli var. Benzerlerin birbiriyle yer değiştirmesi; hele bireyin kendi bilinç ve bilgisi dışında öteki insanlar tarafından başka birinin yerine konması akla sığmayacak sayı ve türde risk taşıyor. Böyle bir yer değiştirme komik de olabilir, acıklı da, tehlikeli veya dehşet verici de. Yanlışlıklar Komedyası da komedi olarak nitelendirilmekle birlikte, “komedya”dan da öte, başka olasılıkları arka planda hep canlı tutan bir örgüye sahip.

İngiltere’de Shakespeare’den önce, Orta Çağ edebiyatında ve tiyatrosunda, sonu iyi biten anlatı, öykü ve oyunlar “komedi” olarak tanımlanırmış. Bu tanım bir ölçüde Rönesans ve daha tartışmalı olmakla birlikte, günümüz tiyatrosu için de geçerli.

Orta Çağ tiyatrosunda bir oyunun "komedi" sayılabilmesi için tümüyle "komik" öğeler içermesi şart değil. Sonunun iyi bitmesi, örneğin âşıkların kavuşması, kayıpların bulunması, yaraların sarılması, ölenlerin dirilmesi yeterli.

Rönesans tiyatrosunda ise, Orta Çağ geleneğini sürdüren çok sayıda oyun dışında, bir oyunun komedi sayılabilmesi için hem "iyi" bitmesi hem de genel olarak "komik" (ama yalnızca "gülünç" ya da güldürü ağırlıklı değil, aynı zamanda "hoş", "tatlı ve güzel şeylere yer veren," vb.) olması gerekiyor. Yanlışlıklar Komedyası, yoruma ve yaklaşıma göre hem Orta Çağ hem de Rönesans tanımına uyabilecek bir geçiş dönemi oyunu sayılabilir.

Günümüz oyunlarında "başlangıç, gelişme ve bitiş" diye nitelendirilebilecek bir yapıya her zaman rastlanmadığından ve "iyi-kötü", "iyi son-mutlu son" kavramlarının tanımı kısmen değiştiğinden, komedilerin "iyi" veya "mutlu sonla" bitip bitmediği sorusuna eskisi kadar açık cevap verilemiyor. Ancak, değişen "iyi" kavramının yeni kazandığı anlamlar da göz önünde tutulursa, bugün de komedi türünde genel olarak yazar ve yönetmenlerin amacı ile seyircinin beklentilerinin "iyi son" doğrultusunda olduğu söylenebilir.

Görüşe göre en doğrusu Yanlışlıklar Komedyası’nı, kapsamı sınırlı ve anlamı çağlara göre değişen tanımlar içine yerleştirmeye çalışmadan oyunu kâğıt üzerindeki ve sahnedeki esnekliğiyle görmeye ve değerlendirmeye çalışmak. Çoğu oyun için geçerli bu yaklaşım; ama özellikle bu oyun, hemen her sahnede okur/seyirciyi birbiriyle bağdaşmayan yönler çeker gibi olduğundan (görünüşte aynı kişinin birbiriyle bağdaşmayan kimliklere bürünmesi gibi), belki biraz daha hazırlıklı olmak gerekiyor.

Seyirciyi şaşırtmayı, hazırlıksız yakalamayı her zaman seven Shakespeare bu oyunda da, bildiğimiz yaşama benzemeyen, ama yine de o yaşamın bilmediğimiz, düşünmeyi akıl etmediğimiz pek çok yönüne ışık tutan tılsımlı bir varoluş düzlemi sunuyor bize.

Aşk Tanrıçası İnanna Ve Kutsal Evlenme Öyküsü

Sümer şairlerine göre Tanrıça İnanna, toplumun süsü, Sümer'in neşesidir. Ay Tanrısı Nanna'nın kızıdır. Akad'larda İştar, Musevilerde Astarte, Yunanda Afrodit, Roma'da Venüs adını taşıyarak yüzyıllar boyu çeşitli toplumların efsanelerinde yaşamıştır. Venüs yıldızını temsil etmektedir. İnanna'yı Sümerliler yarattı. Kadınlarda izledikleri, görmek istedikleri bütün nitelikleri, onun şahsında toplamışlar, onu yüceltmiş, ona tapmış ve hakkında yığınlarla şiir, hikâye ya¬zarak ölümsüzleştirmişlerdir. O, güzelliğin, şuhluğun, çekiciliğin, şefkatin, hırsın, kavganın, önderliğin, kurnazlığın ve en önemlisi bereketin ve çoğalmanın sembolü olmuştur. Öykülerinde Kabil ile Kain'in tartışmasını, Leyla ile Mecnun'un sevişmesini, çobanların erişilmesi güç aşklarını, kadının fettanlığını, insafsızlığını, erkeğin hayranlığını, umursamazlığını, kardeş sevgisinin en yücesini görüyoruz. İnanna göğe, yere egemendi. Tanrıların en üstünü Enlil'e is-tediğini yaptırmayı, en akıllısı Enki'yi aldatmayı başarmıştır. Aşkı ve seksiyle, insanlara, doğaya yenilenme, çoğalma gücü vermiş, adına yapılan tapınaklarda, onun yerine seks görevi yapmak için Sümer'in en saygın kadınları yarışmışlardı. Sümer şairlerine, ozanlarına bitmez, tükenmez bir ilham kaynağı olmuş, onun için yazılan öyküler, çiviyazısıyla ölmez kilden tabletler üzerine yazılarak zamanımıza kadar ulaşmıştır.

Bu hikâyelerden en önemlisi ve yaygın olanı, İnanna ile Çoban Tanrısı Dumuzi'nin, ülkeye bereket sağlayan evlenmesidir.

Sümer'de bereket kültü nasıl ve niçin doğmuştu?

Sümer ekonomisi tarım ve hayvancılık üzerine kurulmuştu. Ürünler ne kadar bol olursa halkın zenginliği ve rahatı o kadar çok olacaktı. Ürünlerin bolluğu toprağın ve dölyatağının ve¬rimli olmasına bağlıydı. Bu da cinsel istek ve güç ile olabilecekti. Sümerliler cinsel güce "kalbin suyu" demişlerdi. MÖ 3000 yıllarında, Sümer düşünür ve din bilimcileri, Sümer'in önde gelen şehirlerinden Uruk'un baştanrıçası olarak kabul ettikleri sevgi kaynağı, çekici ve fettan İnanna'yı kralları ile evlendirirlerse, onların verimlilik gücünün ülkelerine bolluk ve bereket getireceğini düşünmüşlerdir. Bunun için Sümer kral lis-tesine göre, Uruk'un dördüncü kralı Dumuzi'yi Çoban Tanrısı ya¬parak Tanrıça İnana ile evlenmek üzere seçmişlerdir. Bundan sonra Sümer'in şair ve ozanları bu konuyu, bazıları açık saçık olan yüzlerce satırlık şiirlerle anlatarak, çalgılar eşliğinde söyleterek dinlerinin önemli bir töresi haline getirmişlerdir.

Kutsal evlenme öyküsü aşağıdaki bölümlerden oluşuyor:

1) Tanrıça'nın Dumuzi'yi koca olarak seçmesi.
2) Evlenmeleri.
3) Tanrıça'nın yeraltına gitmesi.
4) Tanrıça'nın yeraltından kurtulup yerine kocası Dumuzi'yi göndermesi.
5) Kocasını baştan çıkaran kızın öldürülmesi.
6) Dumuzi'nin yeraltından kaçması.
7) Dumuzi'nin rüyası.
8) Dumuzi'nin tekrar yeraltına götürülmesi.
9) Dumuzi'nin kız kardeşi Tanrıça Geştinanna'nın, kardeşi yerine yarım yıl yeraltında kalmayı kabul ederek, Dumuzi'yi yarım yıl için kurtarması.
10) Her ilkbaharda yeraltından çıkan Dumuzi ile İnanna'nın birleşmesi.
11) Bu birleşmenin, ülkenin kralı ile yüksek düzeyde bir ra-hibenin evlenmesiyle sembolize edilmesi ve bununla başlayan yeni yıl için kutlama şenlikleri.

Bu evlenmeye ait birbirinden değişik şiirler var. Bunlar ya çeşitli ozanlar tarafından ya da çeşitli çağlarda yaratılan şiirler. Bunlardan birine göre, İnanna ile çiftçi, çoban, balıkçı ve kuş avcısı evlenmek istiyor. İnanna, evlenmeye hazır olunca onları çağırıyor. Çiftçi gelirken henüz biçilmiş arpa, çoban taze süt ve kaymak, avcı çeşitli kuşlar, balıkçı da sazan balığı getiriyor. Tanrıça, bunların içinden Çoban Tanrısı Dumuzi'yi seçiyor. Başka bir şiire göre, İnanna'nın kardeşi Güneş Tanrısı Utu, kardeşine Dumuzi'yle evlenmesini öneriyor. Tanrıça, önce çiftçi Enkimdu ile evlenmek istiyor, sonradan Dumuzi'yi seçiyor.

Dumuzi sevgilisinin kapısında kapının açılmasını beklerken, İnanna, annesi Tanrıça Ningal'e ne yapması gerektiğini soruyor. O da kızma, bu adamın iyi bir koca olabileceğini, giyinip süslenip kapıyı açmasını söylüyor. Tanrıça söyleneni yapıp kapıyı açıyor. Dumuzi kapıda onu ay gibi parlak görünce sarılıp öpüyor ve övgü dolu sözler söylüyor. Tanrıça da kadınlık organını gök teknesine, yeni doğan aya, sürülmemiş tarlaya ben-zetiyor ve sürülmemiş bu tarlayı kimin süreceğini soruyor. Du-muzi kendisinin süreceğini söylüyor. Bundan sonra düğün hazırlıkları başlıyor. Bir şiire göre Tanrıça için taze hurma top-lanıyor. İnanna, kraliçelik hazinesine sokuluyor. Kendisine yaraşacak çeşitli mücevherler seçiyor. Giyinip süsleniyor. Her tarafına güzel kokular sürüyor. Gözlerini kömürle boyuyor. Diğer taraftan lacivert taşlarla süslü, beyaz çarşaflı bir yatak hazırlanıyor. Yatağın etrafına sedir kokuları serpiliyor. İnanna kraliçelik yatağına davet ediliyor. O yatağı açıyor ve sevgilisini, "yatak hazır, yatak seni bekliyor" diyerek yatağa çağırıyor. Du-muzi, bir elini İnanna'nın kalbine koyarak "El ele uyumak tatlıdır, kalp kalbe uyumak daha tatlıdır" diyor. İnanna, Dumuzi'nin kendisine yaptıklarını anlatıyor: Sevimli eliyle kalçalarını, saçlarını okşuyor. Elini kadınlık organına koyuyor. Kara teknesini kremle doldurarak onu seviyor. Daha sonra İnanna "Birlikte olmaktan zevk duyduk, o benimle neşelendi, benim tatlı sevgilim kalbime yaslanarak dil oyunlarıyla elli defa yaptı" diyor. Büyük bir aşk ve zevkle başlayan bu evlilik ne yazık ki, İnanna'nın yeraltı dünyasına gitmesi ile acı bir duruma dönüşüyor. Şiir tarzında yazılmış bu uzun öyküde, İnanna, Yeraltı Tanrıçası olan kız kardeşi Ereşkigal' i görmeye gider. Ereşkigal, İnanna'nın yeraltı dünyasına sahip olmak istediğini düşünerek yeraltı kuralına göre onu bir cesede dönüştürür. Diğer taraftan kardeşinin kocası Dumuzi' yi baştan çıkarsın diye, yeryüzüne bir kız gönderir. Tanrıça, veziri Ninşubur'un yalvarmasıyla Bilgelik Tanrısı Enki tarafından kurtarılırsa da, yerine birini bırakması gerekmektedir. İnanna, yanında cinlerle, yerine birini bulmak üzere şehir şehir dolaşmaya başlar. Gittikleri yerlerdeki Tanrılar, İnanna'nın ye¬raltında kalmasının üzüntüsüyle çuval elbiseler giymiş, tozlar içine bulanmışlardır. Tanrıça kıyamaz hiçbirini vermeye. Nihayet Uruk şehrine geldiklerinde, kocasını en iyi giysiler içinde, başında tacı ve kucağında bir kızla tahtında kurulmuş olarak gören Tanrıça, birdenbire çok kızarak "Alın götürün bunu!" der. Cinler, Dumuzi'yi yakalar; döverek, hırpalayarak, sürükleyerek yeraltına götürürler. Kızı da Tanrıça öldürtür. Dumuzi, orada Güneş Tanrısı Utu'ya kendisini kurtarması için yakarır. O da Dumuzi'nin elini ayağını yılana çevirerek kaçmasını sağlar. Fakat, cinler arkasını bırakmazlar. Kardeşinin evine saklanır, orada tanı yakalanacağı zaman kırlara kaçar. Kardeşine onun yerini söylemesi için işkence yaparlarsa da, söylemez. Dumuzi, kırda uyurken bir rüya görür. Rüyasını, rüya yorumlayıcısı olan kardeşi Tanrıça Geştinanna'ya anlatır. O da büyük bir üzüntüyle onun yine yakalanacağını söyler. Gerçekten de yakalanıp yeraltına götürülür. Yaptığına çok pişman olan, fakat kocasının cezasız kalmasını istemeyen İnanna'nın yardımıyla Geştinanna, Tanrılar meclisinden kardeşi yerine yarım yıl yeraltında kalmayı isteyerek, yarım yıl kardeşinin yeryüzüne çıkmasını sağlar. Dumuzi, yeryüzüne bahar zamanı çıkarak karısıyla birleşir. İşte bu birleşme sunucu yeryüzünde bütün bit¬kiler yerden fışkıracak, hayvanlar yavrulayarak, yumurtlayarak çoğalacak, her tarafa bereket gelecek diye düşünmüş Sümer din¬cileri ve o günü yeni bir yılın başlangıcı olarak kabul etmişler.

Bu birleşmeyi, ülkenin kralıyla yüksek düzeydeki bir rahibeyi her yeni yılda büyük şenliklerle evlendirerek sembolize etmiş¬lerdir. Törenlerde Tanrıça yerine geçen rahibe, Tanrı yerine geçen kralın birbirlerine söyleyecekleri sevgi, aşk, tutku dolu şiirler yazılmış, bunlar çeşitli çalgılar eşliğinde çalınmış, söylenmiştir.

Bu şiirler, Tevrat üzerinde çalışan bilginleri yüzyıllar boyu büyük bir meraka düşüren bir konunun aydınlığa çıkmasını sağlamıştır. Tevrat'ta "Süleyman'ın Şarkılar Şarkısı" bölümünde çok sayıda açık saçık aşk şiiri vardır. "Bunlar tarih değil, dinle de ilgili görülmüyor, neden bu din kitabında bulunuyor?" sorusu araştırmacıları devamlı düşündürmüştür. Kilise papazları İsa'yı seven, kiliseyi sevilen, İbraniler ise Yahve'yi seven, İsrail'i se¬vilen olarak yorumlamışlardır. 19. yüzyılda ise, bunun, Filistin düğünlerinde yapılan törenlerle ilgili olduğu söylenmiştir.

Kutsal evlenme şiirleri, özellikle bu yüzyılın ikinci yarısından sonra okunup çözüldükçe, bunların "Süleyman'ın Şarkılar Şarkısı" bölümündeki şiirlere çok benzediği görülmüştür. Bu bölümün Tevrat'ın en son elden geçişinde bile çıkarılmaması, İsrail'de be¬reket kültü etkisinin henüz tamamıyla silinmediğini gösteriyor. Öykünün izleri Ugarit, Finike, Kenan ve Yunan efsanelerinde de bulunmaktadır. İsrail'e Mezopotamya'dan doğrudan doğruya ve Suriye yoluyla geçmiştir bu kült. Kutsal evlenme törenleri İslam dünyasında da iz bırakmıştır.

Hıristiyanlar arasında İsa'nın yeryüzüne çıkması, bereket getirmesi inancına dayanan ve yumurtalarla kutlanan, Almanya'da Ostern, İngiltere'de Easter yortusuyla, halkımız arasında Hızır ile İlyas Peygamber'in birleştiği düşünülen hıdrellez şenlikleri bu kutsal evlenme töreninin bir uzantısı sayılabilir. Takvimimizde yer alan Temmuz ayının adı da Dumuzi'den gelmektedir.

Gnosis e Gnostikler


Gnosis, insanın Tanrı’yı, O’nun gizlerini ve yaratılışın gizemlerini tanıması arzusundan doğar.

Gnostikler, önce kutsal metinler ile, mensup bulundukları dinlerin kutsal kitapları ile işe başlarlar ve ezoterik bir anlam ya da gizli bir mesaj içerip içermediklerini anlayabilmek için bu metinler üzerinde şifre çözercesine çabalarlar. Gnostisizm bir tür “Hermetizm“dir ve Gnostikler, dinsel anlatım ve yazıların, ilk bakışta görüldüğünden daha derinlerde, tümcelerin, sözcüklerin ve metin yapısının içine gizlenmiş anlamlar içerdiklerine inanırlar.

Gnostikler, “kökleri” ve “gizleri” ele geçirebilmek için maddenin özüne ulaşmayı hedeflerler. Bu onların kötülük ile yüz yüze gelmelerini sağlar. Gnostikler, kendilerinde ve dünyada rastladıkları kötülük ile mücadele ederler. Kendini tanımak yolundaki yanılgıların giderilmesi, evreni tanımaktaki yanılgıların silinmesine de yol açar.

Yobaz ya da sofu değillerdir; onlar, görünmez olsa bile, her zaman varolan ışığı aramaktadırlar. Kendilerini Tanrı ile eşdeğer tuttukları ileri sürülürse de, bu doğru değildir; Gnostikler yalnızca kendi içlerinde bulunduğuna inandıkları tanrısallığı aramaktadırlar. İnsanoğlunun kendini gerçekleştirmek adına, Tanrı’ nın zaferine destek olması gerektiğini öne sürerler. Tanrı’ nın gizemini aydınlatmanın değil, kendilerini aydınlatmanın çarelerini ararlar. Bu aydınlanma yalnızca entellektüel düzeyde kalmayıp, aynı zamanda aydınlanarak kutsallaşan kişinin bedenine de odaklanmıştır

Semele, Dionysos, Pentheus…

Semele, Zeus ile birleşir ve ondan Dionysos’ u doğurur. Semele seviştiği tanrısının gücüne inanmayıp onu tüm araç ve gereçleriyle görmek isteyince Zeus tarafından yıldırımla öldürülür.

Semele’ nin karnındaki yedi aylık çocuğu Zeus alıp baldırına koyar. Athena’ nın Zeus’ un kafasından doğması gibi bir diğer anlatı daha vardır, anımsanacağı gibi. Bu iki doğum arasında şu ayrım okunmaktadır: Hellenlerin baş tanrısı Zeus’ tur, dışardan gelen bir tanrısal varlığı ne yapıp edip onun buyruğuna sokmak, ondan çıkmış gibi göstermek gerekmektedir. Söylencenin çıktığı yer de çok önemlidir: Boitoia, Hellas’ ın en gerici ve tutucu bölgesidir. Burada biraz Dionysos hakkında bilgi verelim. Zeus gibi o da bir dağda doğmuştur -tanrı dağda otururu anımsayınız-. Dionysos’ un doğduğu dağ olarak gösterilen birçok dağ vardır. Bu dağlar Makedonya’ dan Arabistan’ a dek yayılan bir coğrafyadadır.

Dionysos doğayla karışan, doğayı simgeleyen bir tasar olarak karşımıza çıkar. Bu nedenle çok adlı Dionysos tanrının adlarının çokluğu (Dionysos, Bakkhos, Bromios, Euhios, İakkhos, İobakkhos) ardında ya da kaynağında insan düşüncesiyle ya da mantığıyla kurulmuş kavramsal bir sözcük aramak boşunadır.

İnsanlar, Dionysos coşkusuyla şarap içerek yasal düzenlemelerin baskılarından kurtuldukları içindir ki Dionysos’ a Hellence “özgür, özgürlük veren” önadı takılmıştır. Dionysos tanrı her ne kadar Semele’ den doğmuş gösterilse de aslı Lydia / Phrygya’ dan gelmektedir. Euripides’ in Bakkhalar’ ında “Vatanım Lydia’ dır der”. Ayrıca bu tasarın simgeleri arasında davul, dümbelek, def ve flüt Asya (Eskiden Anadolu’ ya Asya dendiğini, sonra tüm anakaranın bu adı aldığını, Anadolu’ ya ise “Küçük Asya”, “Asia Minör” dendiğini anımsayınız. Asya, yani Asia ise Okeanos ile Tethys’ in sayısız kızlarından biridir.) denilen bölgenin törelerindendir Hitit taş kabartmalarında davulun çok yaygın olarak kullanıldığını görürüz. Dionysos cümbüşleriyle Kybele’ ninkiler arasında bir koşutluk göze çarpmaktadır. Bu dinlerin / tapınmaların özünde bulunan coşkunun, kendinden geçmenin oluşturulmasının aynı araç ve gereçlere başvurularak gerçekleştirildiği görülmektedir. Dionysos tanrı bir doğa tanrısıdır, topraktan fışkıran bitkileri ve bu bitkiler arasında insanı etkileyenleri, yaşamına yön verenleri simgeler. Kybele gibi tanrılarla birlikte doğayı en belirgin biçimde yansıtan dağlarda / ormanlarda, buralarda bulunan tüm yabanıl varlıklarla bir arada yaşar gösterilir. Hatta Osiris, Attis, Adonis gibi doğanın süremsel döngüsü tasarlarını kişiliğinde simgeler. Gerçekte onun en büyük gücü insanla doğa arasındaki ilişkide, insanı doğanın sırlarına erdiren büyülü gücüdür. Dionysos tanrı bu güce ulaşmanın yolunun, şarap ve esrimekle olabileceğini söyler. Asma kütüğü, buğdaydan sonra uygarlığın ikinci aşaması olarak kabul edilir ve insanoğlunun yaratıcılığın kökeninde bulunan değiştirme gücüne “Asma Kütüğü” yani şarabı bulduktan sonra ulaştığı söylenmektedir.

Pentheus‘ un yasaklamak istediği bu dindir.

Pentheus “kaba aklı” simgelemektedir ve Bakkhaların şenliklerde yaptıkları çılgınlıkları bir ayıp, törelere ve etiğe karşı işlenmiş suç saymaktadır.